Uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuun bir aradan sonra herkese merhaba. Okuldur, yoğunlaşan derslerdir, First Lego League koşuşturmacalarıdır, seyahatlerdir derken blogum tamamen yetim bir şekilde, yeni kayıt olmadan yalnız başına kaldı. Hazır yaz gelince ve boş durmaktan sıkılınca geri dönüşümü yapmaya karar verdim, hem de bunu favori kitaplarımdan biri olan Görünmez Canavarlar ile yapacağım.
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, yanılsamanın hüküm sürdüğü şu dünyada bize iyi ve doğru olarak dayatılanı değil de, kötü olduğu söylenerek bizden uzak tutulanı tercih etmek ne derece mümkündür? Chuck Palahniuk, bize yine roman olarak ulaşan bu üçüncü "kimlik krizi"nde, aile ve toplumda var olan genel geçer davranış kalıplarının altında yatan gerçekliği evirip çeviriyor.
Genç ve güzel manken Shannon mutlu olmak için her şeye sahiptir: Parlak bir kariyer, kitlelerin ilgisi, yakışıklı bir sevgili ve yakın bir dost. Ancak geçirdiği bir 'kaza' yüzünün yarısını yok ettiğinde, görünmez bir canavara dönüşür. Hastanede tanıştığı, ameliyatla kadın olmaya hazırlanan transseksüel Brandy Alexander, ona geleceğini yaratabilmek için geçmişini silmesi gerektiğini, gerçek keşiflerin hep kaostan çıktığını öğretir. Bu süreçte Shannon, Brandy Alexander'la ve kendisini aldatan sevgilisi Manus'la bir intikam yolculuğuna çıkacaktır. Kişisel ve toplumsal arızaların kol gezdiği, çağdaş bir çorak ülkede çıkılan bu yolculukta üçünün isimleri, kimlikleri ve geçmişleri her şehirde değişirken, okur da görüntüye, yüzeyselliğe odaklanmış bir dünyada aile, sevgili, arkadaş konumundaki insanlarla ilişkilerin sığlığına tanık olur.
Palahniuk cinsiyet değiştirme operasyonlarının büyük ölçüde kolaylaştığı ve yaygınlaştığı bir çağda, cinsiyetlerin bile görüntüden ibaret olduğunu vurguluyor. Bir yandan güzellik ve kimlik kavramlarına bakarken, tüketim toplumuna ve estetik operasyon kültürüne haşin saldırılar yöneltiyor. Üstelik bütün bunları okurunu adeta bir eğlence trenine bindirip baş karakterinin geçmişiyle bugünü arasında dolaştırarak ve şaşırtıcı bir finalle adamakıllı sarsarak yapıyor.
Ayrıntı Yayınları/Yeraltı Edebiyatı Serisi
Chuck Palahniuk okumaya başladığım kitap olduğundan benim için yeri oldukça ayrı. Sonrasında Gösteri Peygamberi ve Dövüş Kulübü'nü okudum ama hiçbiri beni bu kitap kadar çarpmadı ya da düşündürmedi.
Kitabın en ağır basan kavramları kendinle yüzleşme ve cinsel tercih. Eğer homofobik düşünceleriniz varsa bu kitap kesinlikle size göre değil. Oldukça cesur sahneler var gerek cinsiyet değiştirme ameliyatları olsun, gerek ikili ilişkiler olsun. Özellikle Manus beyin sahneleri gayet fazla ve net.
Kitabın anlatıcı Shannon, arkadaşı Evie ile birlikte iyi bir kariyeri olan genç ve çok güzel bir modelken bir anda korkunç bir kaza geçirerek yüz defarmasyonuna uğruyor. Ağız denen bir şeyi yok artık, dili dışarı fırlamış, parça etlerden oluşan bir suratı var. O bunu oldukça soğukkanlı olarak karşılasa da insanlar karşısında dehşete düşüyor, acıyorlar, hatta küçük çocuklar onu canavar gibi görüyor. "Birds ate my face" ikonik (bence gayet ikonik) repliği de Shannon'un alaycı bahanesi. Hastanede Brandy Alexander ile karşılaşması bir dönüm noktası. Manus adlı rezalet sevgilisi ve Brandy ile çıktığı yolculuk kitabı oluşturuyor.
Brandy Alexander, olağanüstü güzellikle bir transseksüel. Vajina ameliyatı hariç birçok acılı ameliyat geçiren, süslü, görkemli bir karakter.Ameliyatları oldukça başarılı olmuş olacak kitap boyunca Brandy'ye düzülen övgüleri okuyoruz. Tanrıçalaştırılan, tapınılan güzeller güzekli Brandy, gerek geçmişi gerek yaşantısı, düşünceleriyle olsun kitapta en sevdiğim karakter olabilir. Geçmişiyle ilgili her öğrendiğimiz şey bizi şaşırtıyor çünkü olayların öyle kusursuz bir bağlantısı var ki... Bu kurguya duyduğum hayranlıkla Chuck Palahniuk benim için bir idol konumuna geldi.
(Brandy'nin geçmiş TÜM hikayesini öğrenince ben)
Shannon soğukkanlılığı ve kitabın sonunda anladığımız niyetiyle benim saygımı kazandı. Çok çok güçlü bir karakter ve insani zaafları iyi yansıtılmıştı.Tek sinirimin bozulduğu nokta Manus ile ilgili kısımlarıydı. Manus pisliğin, yalancının dibiyken ve onunla ilgilenmediği bu kadar belliyken ona hala aşık olması çok kızdırdı beni.
Bu vesileyle Manus Kelly'ye gelmiş olduk... Kendisi en nefret ettiğim kitap karakterlerinden biri, tartışmasız ve kesin bir şekilde. Ki bunun nedeni kesinlikle gay sahneleri ya da Manus'un panseksüelliği değil. Hayır, Manus kitabı okuyunca görebileceğiniz gibi aşağılık, sapık bir cinsel suçlu. Kitapta elden geçirmediği kişi kalmadı diyebiliriz. Shannon'un sürekli alttan alması, Manus'un erkeklerle olan fantezilerine ses çıkarmaması deli etti beni.
Evie, Üç Kız Kardeşler ve Shannon'un ailesi oldukça ilgi çekiciydi. Kitap sondan başa doğru anlatıldığından, önceden anlaşılmayan tüm karakterler bir bir yerine oturuyor. Evie'nin düğünü ve Üç Kız Kardeşler in son sahneleri kitabın zirvelerinden olabilir. Shannon'un aile ilişkilerine sadece dikkat edin demek istiyorum çünkü delice spoiler vermek istemiyorum :)
Aşağıda Chuck'un olağanüstü aforizmaları var. Diyeceğim şu ki, bu kitaptan sonra ilk düşündüğüm şey, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı.
"Şimdi bana boktan hikayeni defalarca anlat. Onun sadece kelimelerden ibaret olduğunu anlayana kadar, geçmişini bir kağıt gibi buruşturup atıncaya kadar anlat. Ondan sonra senin kim olduğuna karar vereceğiz."
"Komik olabilir ama en trajik yangın bile aslında süregelen kimyasal bir tepkimedir."
"Hemen her seferinde kendinize birini sevdiğinizi söylersiniz ama aslında onu sadece kullanıyorsunuzdur. Bu sadece aşk gibi görünür."
"Ne kadar dikkatli olursanız olun , hep bir şeyleri kaçırmış gibi hissedeceksiniz ; sizi derinden etkileyen , tamamını tecrübe edemediğinizi söyleyen o berbat his. Dikkat kesilmeniz gerekirken dakikaları hızla geçmenizin yarattığı o zavallı duygu hep kalbinizde olacak. Yani o hisse alışsanız iyi olur. Günün birinde tüm yaşamınız bu histen ibaret olacak çünkü."
"Programlanmış bir bilgisayar kadar özgür davranabilirsin. Bir dolar banknotu kadar biriciksin."
"İstediğim şeyler gün geçtikçe istemeye eğitilmiş olduğum şeylermiş gibi görünmeye başladı."