9 Eylül 2013 Pazartesi

Kitap İncelemesi: Mekanik Melek - Cassandra Clare






On altı yaşındaki Tessa Gray, ağabeyini bulmak için okyanusu aşıp Kraliçe Viktorya'nın hükmü altındaki İngiltere'ye geldiğinde, onu korkunç bir sır bekliyordu. Londra'nın Aşağıdünya'sının ıssız sokaklarını vampirler, büyücüler ve diğer doğaüstü yaratıklar ele geçirmişti. Kaosun yerine düzen getirmekse yalnızca Gölgeavcıları'na, kendilerini dünyayı iblislerden kurtarmaya adamış savaşçılara düşüyordu. 
Pandemonium Kulübü'nde çalışan Kara Kardeşler tarafından kaçırılan Tessa, sonunda kendisinin de bir Aşağıdünyalı olduğunu öğrenecekti. Üstelik ender bulunan bir yeteneğe sahipti. İstediği zaman bir başkasına dönüşebiliyordu. 
Kulübün kendini sır gibi saklayan yöneticisi Magister'ın niyeti ise, Tessa'yı ve gücünü ele geçirmekti.

Artemis Yayınları

  SONUNDA BU SERİYE BAŞLADIM.
 Cassandra'nın Ölümcül Oyuncaklar serisinin ilk üç kitabını uzun süre önce bitirdim aslında. Jace yavrum, Simon canımdır. Aslında Cassandra'nın çok büyük bir fanı değilim, ama akıcı ve güzel kitaplardı.  Devam kitaplarının çıkacağına üzüldüm çünkü bence Camlar Şehri'nin sonu güzel bağlanmış, tüm karakterler için gayet uygun bitmişti, o yüzden diğer kitapları almayı düşünmüyorum, uzadıkça tadı kaçan bir seri olmasını istemiyorum. Yine de dayanamam, Isabelle'den, Jace'den, Simon'dan uzak kalamam başlarım ben.
 Bu serinin beni daha çok çektiğini söylemem gerek. Çünkü olay, Gemma Doyle serisinden beri hayranı olduğum İngiltere'de geçiyor ve 1800 yıllarında! Thames Nehri, Hyde Park gibi güzelim yerler hakkında satırlar gördüğümde kendimden geçtim. 
  Ölümcül Oyuncaklar'da daha çok entrika, romantizm vardı. Bu kitap daha farklı, daha derin geldi bana.  Tessa, hiçbir şey bilmeden, ağabeyi çağırdı diye Amerika'dan İngiltere'ye geliyor ve gelir gelmez kandırılıyor. Meğersem Tessa, kendi gücünün farkında bile olmayan bir iblis efendisiymiş! Ama bizim bildiğimiz iblis efendileri gibi değil, üzerinde işaret yok nasıl bu durumda olduğu kitapta açıklanmamış. Artık öbür kitaplarda öğreneceğiz. 

  Sonra Tessa Will tarafından kurtarılıyor. Will, yeni bad boyumuz, hayırlı olsun. İlk andan itibaren Will'i çok sevdim, ama gerçekten bu çocukta karanlık bir taraf var. Will (belli kişiler dışında) insanları kendinden uzaklaştırmak için büyük bir çaba sarf ediyor. Tabi bu noktada aklıma direk Jace geldi, spoiler'e göre Will zaten onun atası sayılıyor. Aynı umursamazlık, alaycılık, yakışıklılık, baş kadın karakteri sinir etme vs vs.
  Jace, Alec'e ve Isabelle'i kendinden uzaklaştırmazdı ya, Will'in de en yakını Jem. Jem sevilmemesi mümkün olmayan bir karakter adeta. Şangay kökenli, gümüş saçlı, nazik, beni sevgi pıtırcığına dönüştüren biri Jem Carstairs. 
image
Derdini öğrenince kendi başıma gelmiş kadar üzüldüm, hak etmiyor böyle olmayı :( Ayrıca Tessa'ya olan ilgisi gözümden kaçmadı değil. İlla bir aşk üçgeni yapacaksın değil mi Cassandra? Şimdi ben Will ve Tessa'nın arasındaki çekimi inkar edecek değilim, Will ne kadar havalara girse de kendinden uzak tutmaya çalıştığı çok bariz. Jem desen, yavrum, tam ideal erkek de ona Tessa yerine başka bir kız bulmak lazım. Bu işin sonu tahminimce Will-Tessa olarak biter çünkü.
  Yalnız erkeklerden konuşurken baş karakteri atladım. Ah Tessa... Bana göre Tessa çok yüzeysel anlatılmış. Nasıl desem, bende yer eden, güçlü bir özelliği kalmadı aklımda. Bir o müthiş şekil değiştirme özelliği, kitap kurdu halleri var. Mekanik melek olayını ve Tessa'nın gerçekten "ne" olduğunu öbür kitaplara bırakmış Cassandra. 
  Jessamine'den bahsetmek de istiyorum. Şimdi Tessa gitti masa başına, kesin Isabelle gibi kız bu diye düşündüm ama yanılmışımmm. Isabelle ne kadar kickass, cesur, sevilesi bir karakterdi. Jessamine tam tersi, Gölgeavcısı olmaktan nefret ediyor, normal bir kız olup evlenmek, sıkıcı sıkıcı işler sürdürmek istiyor. Ona da kızamıyor insan, çünkü en olmadık zamanlarda öyle laflar ediyor ki... Başka bir karakter olarak Sophie'yi çok sevdim. Başına gelenlere rağmen çok güçlü biri ve Will'le olan atışmalarına çok güldüm :D
  Bu kitapta Ölümcül Oyuncaklar'dan tanıdığımız biri var... Sevgili Magnus Bane! Magnus adını görünce gözlerim yuvalarından fırladı ve sevinçten dört köşe oldum. Özellikle "Siyah saç ve mavi göz en sevdiğim kombinasyondur" tarzında bir repliği beni benden aldı, eee, boşuna Alec Lightwood sevmiyoruz biz de :D Tabi o zamanlar Magnus daha o kadar meşhur değil, vampirlerle falan takılıyor. O vampir olayları da oldukça güzel anlatılmış, inşallah ileride kurt adamlara da değinirler. Camille'in hikayesi sayesinde onları daha da merak eder oldum :)
   Spoiler veresim yok ama boş mu bulundum, yoksa tahmin edilemez miydi bilmiyorum ama Magister ve Nate olayları beni çok şaşırttı, Tessa'ya da çok üzüldüm hiç hak etmiyordu yavrum :( 
   Olayları karıştıran Magister var şimdi Valentine yerine. Daha tam olarak ne yaptığını bilmesem de o da melek kanı, iblis kanı ne bileyim bir şeylerin kanını karıştırmak, doğmamış çocukları değiştirmek gibi hobileri var. Otomat olayı da ilginçti, bakalım neler çıkacak altından. Diğer kitapta sanırım Lightwood ailesi de olaylara katılacak, şahsen Gideon-Gabriel Lightwood'u oldukça merak ediyorum, kısacık sahnelerle bile çok hoşuma gittiler :D

Bu fanart'a tek kelimeyle BAYILDIM.



   

Divergent Topluluk Testi

Merhaba, bloglar arasında gezinirken gözüme Divergent topluluk testi çarptı, tabi çözmeden duramadım.Sonuca göre ben de sevgili Tris gibi bir Divergentim ama Erudite'ye daha yakınmışım. Pek de şaşırmadım, Pottermore'da da Ravenclaw'dım sonuçta :D Tobias uzakta kalsa da artık benim yanım Caleb'in yanı!

You wake up in the testing room. Tori looks nervous. "That.. was perplexing. Excuse me, I'll be right back," she says.
Tori re-enters looking tense and pale. "You are Divergent," she says, "But you can't tell anyone, understand? It's very dangerous! Looking at your results, it appears that you lean toward Erudite a little more than the others. You are the type that uses intellect to solve problems and would be best suited for Erudite. Good luck."



Haydi, siz de çözün :)

5 Eylül 2013 Perşembe

Kitap İncelemesi : Tatlı Bela - Jamie McGuire

 Öncelikle merhaba... Bayramdır, seyahattir derken uzuuuuun bir süredir yazmadığımı fark ettim. Sonra da üşengeçliğimin gözü kör olsun, blogumu biraz boşladım :( Ama artık geri döndüm, sıcağı sıcağına olmasa da yeni bir yorumla karşınızdayım!

                                                   

 Aşıksan başın belada!

Abby Abernathy karanlık geçmişiyle arasına mesafe koymuş olan, alkol kullanmayan, küfür bile etmeyen kendi halinde bir kız, fakat hayatını dövüşerek kazanan ve vücudu dövmelerle kaplı yakışıklı Travis Maddox onun hayatını değiştireceğe benziyor.
İyi kız ve kötü çocuk… Bu birliktelik bir aşkın mı habercisi yoksa bir felaketin mi?
Tatlı Bela sadece bir “bestseller” değil, uluslararası bir fenomen. Yayımlandığı günden beri tüm dünyada büyük yankı uyandıran bu kitabı okumayan kalmayacak.


 Büyük ihtimalle Tatlı Bela'yı duydunuz, okudunuz... O kadar geç kaldım ki Ayaklı Bela, yani ikinci kitabı bile çıktı, gerçi o kitap aynı olayların bir de diğer karakterimizin gözünden yazılmış hali.  O yüzden ben pek almayı da gerekli görmüyorum. Genelde bu tür yorumlar da ilgimi çeker ama....
 KİTABI HİÇ BEĞENMEDİM.
  Belki fanatikleri kızacak ama bilmiyorum, bestseller olmayı hak eden bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Aslında NA okuduğum pek söylenemez, bu benim ilk NA kitaplarımdan ama nereden başlasam bilmiyorum... Beni kitaptan soğutan birçok şey oldu. 
  Aslında anlatım oldukça akıcı. Shepley ve America gibi sevdiğim bir çift var. Ama ne yapsam Abby ve Travis'den, evet, bad boylara bayılan ben, Travis'ten bir türlü hoşlanamadım. Çiftimiz, Travis'in oldukça ünlü olduğu dövüşler sırasında ilk karşılaşmalarını yaşıyorlar, sonra, playboyluğun kitabını yazmış Travis anında yüz seksen derece dönüp Abby'nin kulu kölesi oluyor. Abby deseniz, hadi spoiler vermiş olmayayım, "karanlık geçmişi" yüzünden Travis'e yüz vermemeye çalışsa da bu ikisi hariç herkes durumun farkında. Tam bir just friends durumu yani.


  
   Abby de aklı sıra bu durumu aşmak, Travis'i unutmak için saçma sapan işler yapıyor, en saçması da Parker'ı kullanması. Bu kitapla eş zamanlı olarak Oniks'i okuduğumdan Abby ve Katy'nin durumunu ister istemez birbirine benzetmiştim. Gerçi Katy Abby'den hem kat kat akıllıydı, hem onun başındaki dert de Parker kadar kadar masum değildi :D İşin özü, Abby sırf Travis kötü çocuk diye ondan uzaklaşmaya çalışıyor, tabi uzaklaşmak dediysek yok onun evinde kalmalar, kıskançlık krizleri geçirmeler, friends ayağına yakınlaşmalar ... Travis de aklına estiğinde "Güvercin" yani Abby için ( Bakın yine bir takma ad vakası. Gerçi ben Daemon'u Travis'e bin defa tercih ederim, eee, ne yaparsınız YA'cıyız biz :D) yaptığı romantiklikler, ona dil uzatanları dövmeler, Abby'yi aşırı sahiplenmeler... Normal bir bad boy birazcık cool olur, rahat bırakır, soğuk görünür... Ama Travis tam tersi, bir anda Abby'nin köpeği olup değişiyor. İşte benim en canımı sıkan nokta kitabın bu konuda hiç gerçekçi olmamasıydı. Jamie McGuire "İlk görüşte aşk en yoldan çıkmış erkekleri bile değiştirebilir" tadında bir mesaj vermeye çalışmış ama yok, inanamıyoruz işte...

 

  Bunun dışında sevdiğim noktalar vardı tabi. Önceden belirttiğim gibi Shep-America çiftini, Abby'nin geçmişini ve Travis'in ailesini çok sevdim, özellikler kardeşleri aklımı başımdan aldı diyebilirim. Dikkatinizi çekerim, Travis'in kardeşleri Travis'den daha bad boy. Ama yine de kitabı gözümde yükseltmeye yetmedi bu noktalar. 
  Eğer yine de okumak istiyorsanız siz bilirsiniz. Ben şahsen ikinci kitabı almayı düşünmüyorum bile. 

  Ne yalan söyleyeyim, kitap kapaklarını beğendim :D
  

1 Ağustos 2013 Perşembe

Kitap Yorumu - Ejderhaların Dansı - George R.R. Martin

 Hallelujah! Sonunda Ejderhaların Dansı bitti ama ben de bittim...
 Beni tanıyan bilir, çok koyu bir ASOIAF serisi fanıyım. Epik fantastik eserlere ısınmamı sağlamış bir seri, aynı zamanda dizisi bence en iyi kitaptan uyarlamalardan biri. Geçen yaz, taht oyunlarını okuduğum bölüme, on dakika sonra televizyonda denk gelip çok mutlu olmuştum. Koyu bir Stark fanıydım ama ah George R.R. Martin sanki inadına Winterfell'i yok etti, herkesi savurdu bir kenara... Khal Drago'yu bağrıma basmıştım, o da gitti. Kimi sevsem yaranamıyorum ama belki de serinin en iyi yanı bu, çünkü ne zaman ne olacağını bilemiyoruz. Şimdi uzun, bol serzenişli, bol spoili bir yazı geliyor!



 Öncelikle, bu kitabı çok uzun zamandır bekliyordum çünkü Kılıçların Fırtınası'nda olanlar olmuştu. Başımızın belası Joffrey de gitmişti, biricik Robb Stark'ım da... Kızıl Düğünler, Mor Düğünler derken arada Martell ler de gelmişti, nedense şu Martell hanesini ve Dorne'u okumak çok hoşuma gidiyor. En önemli olaylar da sonlarda Tyrion'un yaşadıklarıydı.Canım ya, en sevdiğim karakterlerdendir Tyrion ama çok acı bir gerçeği öğrendi, Jaime'nin vicdan azabı sayesinde. Tysha'nın, babasının fahişe olduğunu söylediği ve işkence ettirdiği eski karısının aslında masum bir genç kız olduğunu öğrenip Tywin'i arbaletle öldürdü. Adamın yatağından bir de Shae çıkmasın mı... Nasıl sinir olmuştum belli değil. O değil de ben kendimi çok kaptırdım, konuyu daha fazla dağıtmayayım.


 Kargaların Ziyafeti'nde aslında önemli şeyler olsa da bana durgun geldi. Joffrey'i bile özledim Cersei okumaktan, o derece. Zaten Joffrey aslında kitaba iyi bir renk katıyormuş onu anladım da yerini doldurabilecek Ramsay Bolton yani Bolton piçi var, tam bir piç yani. İğrenç, küfredilecek, zalim karakter ihtiyacını karşılıyor. Bir de Jon Snowcuğum çok az gözüktü, Tyrion ve Dany YOKTU. Theon da...
 Ama Ejderhaların Ziyafeti ilaç gibi! Bir Serçeparmak ve Sansa'nın POVlarının olmasını isterdim onun dışında istediğim karakterler vardı. Bran'i bile gördük, Arya'yı da.
  Kimden  başlasam?
  Theon diyelim bari. Ben kendimi anlamıyorum, Winterfell'e bayılan, Stark hanedanına zarar veren herkese düşman olan  ben, kendi elleriyle Winterfell' yıkıp döken Theon'a bir türlü kızamıyorum. Yok, olmuyor. Nedense hem Theon'a, hem de oyuncu Alfie Allen'e zaafım var. Neyse zaten yaptığı her şeyin cezasını fazlasıyla çekmiş Theon. En son onu Bolton piçinin yakaladığını biliyorduk, sadece yakalamakla kalmamış, türlü işkenceler, dersini yüzmüş, dişlerini kırmış falan. Theon da görünüş olarak resmen yaşlı bir adama dönmüş, kokusu dayanılmaz hale gelmiş.

 "Benim adım Leş, kalleşle kafiyeli."

 Ramsay onu evcil hayvanı gibi kullanıyor, zaten Ramsay Joffrey'den psikopat. Kızları kaçırıp çıplak ve dövülmüş halde ormana atıp, peşlerine tazılar salarak kovalamaca oynayan bir manyak. Sapkın sapkın hareketler... Boltonlar kuzeyi ele geçirmek için Arya Stark diye tanıttıkları aslında hizmetçi olan bir kızı getiriyorlar, sırf törende Theon da yer alsın diye Theon'u giydirip süslüyorlar. Bir Theon bir de Boltonlar biliyor Arya'nın sahte olduğunu, gerçek Arya ise uzaklarda öldürme sanatını öğreniyor, hey gidi hey. Bu arada Theon yaşadığı acılar yüzünden biraz delirmiş. Cidden yazık ya, çok üzüldüm onun için. Sadece gerçek babasına kendini kanıtlamaya çalıştı, ama gitti Robb'a ihanet etti. Sonra babası da ona ihanet edip kurtarmaya yanaşmadı. Bu kadar işkence görmesi de çok acımasızca. "Dönek Theon" diyor herkes ona.
 Tyrion nasıl da özletmiş kendini. Varys, sevgili kaçağımızı bir gemiyle ziyaret eden Grifflerin yanına gönderiyor onu ama... Şimdi buraya kadar geldiyseniz zaten spoinin dibini aldınız ama şimdi en büyük spoiler geliyor... Devam etmek istiyor musunuz?
  
 Meğersem Griff dedikleri çocuk Aegon Targaryen'miş, hani Dağ tarafından öldürüldü sanılan çocuk, Dany'nin yeğeni! Yani bir tane daha Targaryen çıktı meydana, hadi bakalım. Bunca zaman Jon Connington tarafından yetiştirilmiş, Varys'in desteğini almış biri. Aegon da halası Dany'yi bulma yolunda . Tyrion bunu keşfediyor ama sonra talihsizlikler silsilesiyle kimin eline düşüyor? Jorah Mormount! Jorah'ın hain olduğunu anlayan Dany onu kovmuştu ama o alıyor yanına Tyrion'u, yollara düşüyor ama başlarına gelmeyen aksilik kalmıyor.
  Dany demişken Dany'nin Meeren'de olduğunu duyan geliyor. Dany kısımlarını unutmuşum önceki kitaplarda bir Astapor, bir Yunkai şehirlerini hatırlıyorum ama yok ya özgür şehirlerden hoşlanmıyorum ben, Westeros iyidir. Neyse Dany Meeren'i yönetmeye çalışıyor, köleliği kaldırtmaya çalışıyor falan filan ama Dany iyice soğuttu beni kendinden. Hiçbir şeyi doğru düzgün yapamadı, yönetici falan olmazmış ondan bunu anladık. Herkes de onun peşinde, yok köle tacirleri, Martell prensi ( Hayret, ben onu da sevemedim. Koskoca Martell lerin en itici, en güçsüz karakteri, gitmiş prens olmuş), Victorian Greyjoy, Aegon, Daario Naharis... Hiçbiri bir Khal Drogo değil, kusura bakmasınlar. O kadar sorunun üstüne bir de ejderhalar iyice azıtıyorlar, insanlara saldırmaya başladıklarında Dany Drogon hariç hepsini kapatıyor zindana. Drogon alıp başını uzaklara gidiyor. Zaten Dany her şeyde çuvalladı, dedim ya sevemedim onu. Durumu da sona bakılırsa pek parlak görünmüyor...
  Joncuğumun işi başından aşkın... Lord Kumandan olunca çocuğa bir durgunluk geldi, otoriterlik geldi. Hala onu Stannis'in teklifini kabul ederek Winterfell'de görmek isterdim, hem Val da güzel kız, alırdı yanına. Ama Jon görevini seçti. Ötekiler'e karşı aldı yabanılları Sur'a tabi herkes Jon'u alt etme peşinde. Jon'un akıbeti hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim, sondan dolayı üzülüyorum çünkü :(
   Stannis tüm aileyi Sur'a topladı. Stannis'in bir Sur'a yardım ettiği için sevmiştim, bunu da Jon'un kafasına hep kaktı zaten. Kraliçe Selyse çok uyuz, ama Stannis'in arkasında Melissandre olduğu sürece sırtı yere gelmez. Açıkçası kitaptaki inanışlardan R'hllor en çok inandırıcı bulduğum, sonuçta Melissandre ateşe bir iki sülük attı anında üç kral öldü. Melissandre'yi de Robb'un ölümünde parmağı bulunmasına rağmen çok seviyorum ya. Zaten bir o bir Theon nefret edemediğim karakterlerden. Jon üzerinden bin bir türlü entrikalar yaptı ama...
   Arya ve Bran'ı az gördük ama Arya eğitime devam ediyor, Bran ise bambaşka alemlere, diyarlara gitti ama üç gözlü kargayı bulmasına sevindim.
  Şimdi düşününce kitapta öyle olayların akışını çok etkileyecek bir şey olmadı, Bran'ın, Dany'nin ve Jon'un akıbetini bilmediğim için böyle konuşuyorum tabi. George R.R. Martin daha Kış Rüzgarlarını bitirmemiş... Yani ne desem boş, o bitirecek de yayınlayacak da bizimkiler yayın haklarını alacak, çevirecek de... Bir de hala çözüme kavuşturulmamış bir sürü olay var, onları nasıl bağlayacak merak konusu. George amca o kadar da genç değil .

(Saygımdan bir şey demiyorum...)

  Şimdi işin gücün yoksa Kış Rüzgarlarını bekle...



(Ah Theon, o eski halinden eser yok şimdi...)

 
(Dany de çok çekti bu kitapta...)


(Adamın dibi)


(Hahaha favori giflerimden... Lord kumandan rocks...)


  (Bol bol gördük ikisini...)






30 Temmuz 2013 Salı

Kitap Alışverişiiii

Sonunda!  Ejderharın Dansı'nı bitirmeye çalışırken ve Wreck This Journal ile uğraşırken uzun zamandır kitap alışverişi yapamamıştım.




  Çok geç keşfettiğim Lux serisinin ikinci ve üçüncü kitabını aldım, bekle beni Daemon! :D Serininin üç kitabını birlikte yorumlamayı düşünüyorum.
   Senden Önce Ben ve Tatlı Bela'nın çok iyi yorumlar aldığını görüyorum. Biraz paranormalden, distopyadan, bilim kurgudan farklı bir şeyler deneyeyim dedim :)
    Şimdi almam gereken kitaplar olarak Yerkara, Tutkulu Notalar, Zehir Ustası kaldı...
    Yakında Ejderhaların Dansı yorumu gelecek, hazır olun :)
   

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kitap Yorumu : Serseri - Rachel Vincent

Tepeden tırnağa Amerikalı bir yüksek lisans öğrencisi gibi görünüyorum. Ama ben kedi adam soyundanım; isteyince kocaman bir kediye dönüşebiliyorum. İki farklı dünyam var.

Ailem ve Gurur sürüm benim için planlar yaptıysa da, türümün devamını getirmem adına yapılan bütün bu baskılardan kaçtım ve kendime normal bir hayat kurdum. Ta ki o Serserinin saldırdığı geceye kadar. 
Serseriler hakkında uyarılmıştım; bunlar, devamlı benim gibi çekici, dişi ve doğurgan kediler arayan, Gurur sürülerine bağlı olmayan kedi adamlardı. Ben karşıma çıkanla baş edebilmiştim, ama sonradan iki bekâr hemcinsimin ortadan kaybolduğunu öğrendim.

Gurur sürümün beni geri çağırması için bu tehlike sinyali yeterliydi Güya bu kendi güvenliğim içindi. Ya, tabii. Ama ben uysal bir yavru kedi değilim. Arkadaşlarımı bulmak için karşıma her ne ya da her kim çıkarsa çıksın üstesinden geleceğim. Kollayın kendinizi, Serseriler… çünkü keskin pençelerim var ve onları kullanmaktan çekinmem."

 Pegasus Yayınları

Stray (Shifters, #1)
  

  Serseri'den pek emin değildim. Normalde Goodreads'e bakmadan, insanların tavsiyelerini almadan, yorumları falan incelemeden kitap almam, Serseri'yi tesadüfen aldım, büyük bir istisnaydı benim için. Ama beklentilerimin oldukça üstündeydi.
   Ben her zaman vampirler yerine şekil değiştirenlerle ilgili hikayeleri okumayı tercih edenlerdenim ama ilk defa kedi adamlarla karşılaştım. Kedi adamlar ikiye ayrılıyor, Gurur sürüleri ve Serseriler diye. Serseriler başıboş, saygınlığı olmayan kedi adamlarken Gurur sürüleri saygın aileler. İşte baş karakterimiz Faythe, kendi Gurur sürüsünün varisi, günün birinde babasının sağ kolu Marc ile evlenip çocuklar doğurmak, kedi adam soyunu devam ettirmek zorunda ama Faythe hiç bunları kabul edecek bir kız değil. Hatta en son istediği şey bu, kendini evlenmeye hazır hissetmiyor ve resmen sırf babasına karşı çıkmak için aşık olduğu adam Marc'ı terk ediyor. Kendine üniversitede normal bir hayat kurmaya çalışırken, Gurur sürülerinin dişilerini kaçıran serserilerin haberi geliyor, hem de kimle? Marc ile! Zaten Faythe, üniversitede bile özgür değil, babası kedi adamlara sürekli Faythe'yi izlemeleri için komut veriyor. Neyse, Marc onu korumak için sürünün yanına, eve götürüyor.
   Olaylar hakkında spoiler vermek istemesem de karakterler hakkında konuşmak istiyorum. Faythe tam bir kickass  ama kitap boyunca deli etti beni, ne bileyim, fazla sevemedim. Hep kendini bildiğini okuması, dikkatsiz olması, Marc'a ve Jace'e davranışları... Gıcık oldum. Güçlü ama çok rahatsız edici biri, buradan Marc ve Jace'e sabır diliyorum :D
   Kitapta birçok erkek var, Faythe'nin erkek kardeşleri, sürünün üyeleri... Hepsi birlikte çiftlikte yaşıyorlar. Benim çok hoşuma gitti aslında, kim kedi adamlarla dolu bir evde yaşamak istemez ki?
   Tabi Faythe kitapta iki erkek arasında kalıyor, klasik. İlk başta kesinlikle Team Jace havalarındaydım, Jace Faythe'nin kardeşi Ethan'ın arkadaşı, sürünün bir üyesi ama Faythe ile evlenecek kadar üst düzeyde değil. Faythe eve geldiğinde Jace ona oldukça "sıcak" bir karşılama veriyor. Bir nevi kardeş gibi yetişseler de aralarında hep bir çekim olmuş, ama bunu ileri götürmemişler. Jace de Faythe eve döndüğünde bunu daha çok belli etmeye başlıyor. Ama ben nedense aralarında sevgi değil sadece bir çekim olduğunu düşünüyorum. Aşık olduğunu hissettirmiyor Jace, Faythe desen hiç romantik biri değil.
   Ama Marc, Faythe'in odasına geldiğinde ve eskilerden konuştuklarında kararım tamamen Marc'a döndü, tamam Marc Gurur sürüsünü çok önemsiyor ama Faythe'e bildiğin aşık. Ayrıca o korumacı tavırları da çok çekiciydi, tamam mı? Aslında Marc tam sert, sadece sevdiği kıza karşı yumuşak davranan, maço erkek tipi ama bu kitabın sonunda tamamen Team Marc'ım. Hele Faythe'e "Beni bırakma" deyişi yok mu... Tabi Faythe ne yaptı... :@ O kadar onu seven bir adam buldu ve artık söylemeyeyim ne yaptığını,  kitaptaki en büyük aptallığını yaptı diyebilirim ancak. Bir de Marc'ın bir tek olayların tek sorumlusunu Jace olarak görüp ona sürekli saldırmasından hoşlanmadım, Faythe de Jace'e karşı boş değil ama dayak yiyen zavallı Jace oluyor :(
    Alışveriş listemde daha çok kitap var ve hala Ejderhaların Dansı Kısım 2'yi okuyorum ama serinin devamını almayı düşünüyorum. Paranormal kitapları seviyorsanız ve maço bir (bir değil. Faythe'nin kardeşlerini de eklerseniz bayağı bulabilirsiniz) book boyfriend arıyorsanız okuyabilirsiniz.

Fancast'ım:


Marc hihihihi :D


Megan Fox'tan süper bir Faythe olur...

fashion-love-and-life:

luke mitchell | Tumblr on @weheartit.com - http://whrt.it/10vY538
Tam bir Jace...


18 Temmuz 2013 Perşembe

Tag: 10 Kitap 10 Şarkı


   Sihirli Kitap ve Vampirella'nın başlattığı bu güzel etkinlik aynı zamanda benim katıldığım ilk etkinlik :) Playlistimizden 10 şarkı seçip onların aklımıza getirdiği kitapları yazıyoruz :) İşte benim listem :

  1:  Mockingjay - Suzanne Collins için R.E.M. - Everybody Hurts 
  2:  Little Far Thing - Libba Bray için Lana del Rey - Dark Paradise
  3.  Pretties- Scott Westerfeld için Lady Gaga - Vanity
  4.  Unwind - Neal Shusterman için The Script - Breakeven (Falling to Pieces)
  5.  Matched- Ally Condie için Bon Jovi - It's My Life
  6.  Bloodsucking Friends - Christopher Moore için LMFAO ft Natalia Kills - Champagne Showers
  7.  It Had To Be You - Cecily von Ziegesar için Fun - We Are Young
  8.  ASOIAF serisi - George R.R. Martin için Florance + the Machines - Seven Devils
  9.  Little Red Riding Hood- Jacob Grimm  için Lana del Rey - Big Bad Wolf
10.  The Declaration - Gemma Malley için Lykke Li - Until We Bleed

  

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Çevrilmesini Dört Gözle Beklediğim Seriler



 1. Lunar Chronicles: Marissa Mayer'in kaleminden çıkan bu kitaplar, tam da benim gibi modern masal severlere uygun. Konusunu, yorumları gördükçe çıldırıyorum. Bu seride hem Cindrella, hem Kırmızı Başlıklı kız, hem uzaylılar var, distopya ve fantastik, modern masal... Kaçmaz :)) Ayrıca novellaları da bulunuyor.

Cinder (Lunar Chronicles, #1) Scarlet (Lunar Chronicles, #2) ...

2. Maze Runner: James Dashner'in bu serisini aslında çekilmekte olan filmiyle fark ettim. Baş karakterleri Skins'ten beri bayıldığım Kaya Scodelario ve hala Teen Wolf'ta hasta olduğum, öhöm öhöm, Dylan O'Brien paylaşıyor. Konusu ise ilgi çekici, bir labirente kapatılmış ve hiçbir şey hatırlamayan çocuklarla ilgili.

Maze RunnerThe Scorch Trials (Maze Runner, #2)The Death Cure (Maze Runner, #3)
               
 

  3. The Tiger Saga: Hint mitolojisi barındıran bu serinin yazarı Colleen Huck. Mitolojiye, Hindistan'a bayılan biriyim (Gemma Doyle üçlemesini benim gibi olanlara tavsiye ederim!), bunun yanında kitaba muhteşem kapakları sayesinde de vuruldum. Kitaplığımda orijinal kapaklarıyla olmalarını o kadar çok isterdim ki :) Konusu, Kelsey adındaki bir kızın çalıştığı sirkte kaplanla kurduğu bağ ve çözmeye çalıştığı binlerce yıllık bir lanet.
    Tiger's Curse (The Tiger Saga, #1) Tiger's Quest (The Tiger Saga, #2) 
     Tiger's Voyage (The Tiger Saga, #3) Tiger's Destiny (The Tiger Saga, #4)
     
 4. Delirium: Lauren Oliver'ın serisi bu aralar çok konuşuluyor. Eşleşme'nin çevrildiği gibi, benzer konuya sahip bu distopyanın da yakında çevrileceğine inanıyorum. Bu kitapta ise aşkın bir hastalık gibi görüldüğü ve kurtulmak için tedavi olunan bir gelecekten bahsediyor. Kapaklarını şahsen pek beğenmedim, daha yaratıcı ve güzel bir tasarım yapabilirlerdi. Ayrıca birçok novellası da var. 

Delirium (Delirium, #1) Pandemonium (Delirium, #2) Requiem (Delirium, #3)

 5. The Iron Fey : Iron Fey'de, changeling teması işleniyor. Bu tema, orijinal dilinde Amanda Hocking'in Trylle serisini okurken ilgimi çekmişti, orada troller değiştirilirken, Iron Fey serisinde periler çocuklar ile yer değiştiriyor. Perileri sevenler için oldukça güzel bir seri olduğunu duydum, birçok peri çeşidinin bulunduğu ve Julie Kagawa'nın yaratıcılığını iyice konuşturduğu bir seriymiş :) Ayrıca yine novellaları var, bu aralar novellalar çoğaldı mı ne? Her serinin novellaları var :D
The Iron King (The Iron Fey, #1) The Iron Daughter (The Iron Fey, #2) The Iron Queen (The Iron Fey, #3)  The Iron Knight (Iron Fey, #4)


 6. Airhead: Meg Cabot en sevdiğim yazarlardan biri. Airhead oldukça ilgi çekici, aslında Artemis Yayınları tarafından ilk kitabı "Beyinsiz" adı altında çevrildi ama herhalde beklenen ilgi gelmeyince devamı gelmedi. Konusu, Em Watts adındaki karakterimizin, bir kaza sonucu beyin ameliyatı geçirip kendini bir süpermodelin, Nikki Howard'ın yerinde bulmasını anlatıyor. Umarım diğer kitapları da çevrilir de mahrum kalmayız bu seriden :D Anlatımı, karakterleriyle güzel bir chick-lit.

Airhead (Airhead, #1) Being Nikki (Airhead, #2)  Runaway (Airhead, #3)Beyinsiz

Türkiye edisyonunu kesinlikle daha çok beğendim :)

İşte böyle, bir yazının daha sonuna geldik. Sizin de önerileriniz varsa, yorum yapabilirsiniz, bu beni mutlu eder :)

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Okuduğum en iyi distopyalardan : Iskarta - Neal Shusterman

     "Çocukların organlarının başka donörlere nakledilerek ıskartaya çıkarıldığı bir dünya düşünün. Doktorlar ve tedavi yöntemleri yerine sadece cerrahlar ve protezlerin olduğu bir dünya! Connor, Risa ve Lev'in bedenleri parçalanacak ve ayak parmaklarından beyinlerine kadar tüm parçaları "kullanılacak". Sadece birlikte kaçarlarsa hayatta kalabilecekler. Neal Shusterman , "Iskarta"da yaşamın nerede başladığı ve nerede bittiğinin ötesinde, gerçekten "yaşam"ın ne anlama geldiğine dair fikirleriyle de genç okurlara meydan okuyor."
     Tudem Yayınları



  Hiç kıymetinin bilinmediğini düşündüğüm, favorilerimden ve okuduğum en iyi distopyalardan biri olduğunu kabul ettiğim bir kitabı tanıtmak istiyorum: Iskarta. 
      Unwind (Unwind, #1)

   Bu kapağa bir  bakar mısınız? Türkiye'de Tudem Yayınları da neyse ki bu kapakla basmış. Benim favori kitap kapaklarımdan ve çok çarpıcı. Zaten kitapçıda ilk gördüğüm zaman kapağına vurularak almıştım ve hiç pişman değilim.
   Konusu bana göre diğer birçok distopya kitabından daha ilgi çekici, olay örgüsü kesinlikle daha farklı.
   Kürtaj, gelecekte çok büyük bir problem, öyle ki kürtajı savunanlar ve kürtaja karşı çıkanlar bu işi savaşa kadar götürüyor. Başka bir grup ise bu savaşı sonlandırmak için ortaya "Yaşam Kanunu" atıyorlar. 
   Kanuna göre kürtaj yasaklanıyor. Ama her iki tarafı da memnun etmek için, istenmeyen bebek sahiplerine bazı haklar veriliyor. Mesela, kimseye görünmemek şartıyla herhangi bir evin kapısına bir bebek bırakılabiliyor. Kapısında bebek bulan kişi, o bebeğe bakmaya yükümlü. 
    Ama yasanın asıl temeli... Iskarta. 13 yaşına kadar çocuklar güvende kalıyor. Ama sonra aileler emri imzalamak isterse çocuklar ıskartaya çıkarılıyor. Iskartaya çıkartmayı, bir nevi canlı organ bağışı olarak düşünün: Tüm vücut parçalarınız, başkalarının oluyor. Kolu çalışmayan bir adam sizin kolunuzu alıyor. Hastalara kanınız naklediliyor. Vücudunuzun işe yarayacak tüm parçaları başkalarına naklediliyor.Devlet, ıskartayı ölüm değil bambaşka ve yararlı bir yaşam biçimi olarak sunuyor. Toplama kamplarının reklamları her yerde yapılıyor ama hiç kimse tam olarak Iskarta işleminin nasıl yapıldığını bilmiyor.
   Iskarta emrini genelde çocuğunun sorunlu olduğunu düşünen ebeveynler, bu şekilde yaşayacağına hem topluma yararlı olsun, hem de teknik olarak "hayatı sonlanmamış" olsun mantığıyla imzalıyor. Ya da devlet yurdunda büyümek zorunda kalmış çocuklardan "fazlalık" olanları bizzat devlet ıskartaya gönderiyor. Baş karakterlerimiz Connor ve Risa'nın Iskarta'ya çıkmak için toplama kampına gönderilmeleri bu yüzden. Diğer baş karakterimiz Lev'in durumu bundan daha farklı. Connor ve Risa gibi ıskartalar dışında, öşürler var. Öşürler, dini yöntemlerle özel olarak yetiştirilmişler. Sonuçta onlar da ıskartaya çıkıyorlar ama Tanrı'ya kurban verildiklerini, özel olduklarını düşünüyorlar. Lev de tam anlamıyla ıskarta olmaya can atan, sadık bir öşür.
    Fakat bu üç karakterin hayatları, tam da sonlandırılmak üzere toplama kampına giderken kesişiyor ve hayatta kalma mücadeleleri başlıyor. Kitaptaki karakterler o kadar iyi anlatılmış ki, verdikleri kararlar, bedelleri, hikayeleri, düşünceleri... Iskarta zaten aşırı ilginç bir fikir, kafanızda kitabı okurken "Bu nasıl gerçekleşebilir, gerçekten ıskartaya çıkaranlar yaşamını sürdürebilir mi, başkasının vücut parçalarına sahip olmak nasıl olurdu?" gibi değişik sorular dönüp duruyor. 
    Çok çok ilginç karakter var, Roland, Mai, CyFi, Amiral , Hayden....  Hele bu karakterlerle ilgili sonlarda öyle bir sahne var ki... Offff offf, spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum ama kitabı okurken aklınızdan geçen ve görmek istediğiniz bir sahne olacak kesinlikle. Ana karakterlerimiz de kitap boyunca değişiyorlar, türlü zorluklar aşıyorlar. Özellikle Lev beni çok etkiledi. O Iskarta'ya çıkarılmaktan gurur duyan, minnettar küçük çocuk yerine cesur, hayatı sorgulayan, zeki bir genç görmek iyi oldu. Connor ise en sevdiğim erkek karakterlerden biri, bir nevi kahraman olmak istemeyen bir kahraman. Sevdiğim bir book-boyfriend'im kendisi :D Risa ise oldukça etkileyici ve akıllı bir karakter, tam olarak da "girl power" ı temsil ediyor. 


Göz rengini kahverengi olarak düşünürsek, hayalimdeki Connor tam anlamıyla böyle işte :D Saçlarını kahverengi ve dağınık olarak düşünün :D


    Eğer YA ve distopya türlerindeki eserleri seviyorsanız Iskartayı okuyun. Bayılacaksınız. Buradan sana sesleniyorum Tudem, kitap öyle bir yerde bitti ki, UnWholly'yi bir an önce çevirseniz iyi olur, yoksa patlayacağım meraktan :P 

Unwind (Unwind, #1) 

Kitap İncelemesi : Beastly - Alex Flinn

       Beastly





 "Çirkin bir yaratığa dönüşmüştüm.

Aynaya bakakalmıştım. Bir hayvandım artık, tam olarak bir kurt, ayı, goril ya da köpek değil, ama ayakta durabilen, neredeyse insan sayılabilecek ama insan olmayan korkunç bir türün örneğiydim. Ağzımdan köpek dişleri çıkıyordu, parmaklarım pençeleşmişti ve her yerimden tüyler fışkırıyordu. Sivilceli ya da ağzı kokan insanları küçümseyen ben, bir canavara dönüşmüştüm.

Peri masallarından mı bahsettiğimi düşünüyorsunuz? Kesinlikle hayır. Yer, New York şehri. Zaman, günümüz. Bu herhangi bir şekil bozukluğu ya da hastalık değil. Sonsuza kadar bu şekilde bir yaratık olarak? kalacağım, tabii büyüyü bozmanın bir yolunu bulmazsam.

Evet, İngilizce sınıfımdaki kızın bana yaptığı büyüden bahsediyorum. Neden beni gündüzleri saklanan ve geceleri etrafta gizli gizli dolaşan bir canavara dönüştürdü? Size anlatacağım. Size eskiden nasıl yerinde olmak istediğiniz zengin, kusursuz bir görünüşü ve hayatı olan adam Kyle Kingsbury olduğumu anlatacağım. Ve sonra nasıl kusursuz bir... canavar olduğumu."
   
        
Merhaba sevgili okurlar (en azından okurum olduğunu varsayıyorum) ! İlk kitap eleştirimle karşınızdayım!
Bu kitapta normalde hiç yapmadığım bir şeyi yaparak önce filmini izleyip sonra kitabı okudum. Her zaman olduğu gibi açık ara kitabın daha iyi olduğunu bir gerçek, tavsiyem kitabı önce okumanız. Filmini de başarılı bulduğumu söylemeden edemeyeceğim, sonuçta sadece Alex Pettyfer için bile izlenebilir J
Şu aralar gözüme çok fazla modern masal uyarlamaları çarpıyor, Beastly de modern bir “Güzel ve Çirkin” masalı. Çirkinimiz Kyle Kingsbury, ilk başlarda çirkinlikten “dış görünüş” olarak çok uzak bir karakter. Çok yakışıklı, yakışıklılığı sayesinde hep özel muamele görmüş, sığ, insanları paralarına ve görünüşlerine göre değerlendiren, burnu havada bir genç. Çirkinlikle alay etmekten büyük bir zevk alıyor, ta ki Kendra ile karşılaşıncaya kadar. Kendra, Kyle’ın bu korkunç, duyarsız davranışlarından bunalmış bir cadı ve ona ders vermek için dış görünüş olarak bir canavara dönüştürüyor. Kusursuz Kyle’ın, insanların sivilceleri, dişleri ile alay eden Kyle’ın bir canavara dönüşmesini düşünebiliyor musunuz? Kyle’ın bu büyüyü bozmasının tek yolu, onu, canavar dış görünüşle bile sevecek bir kız bulmak.
                              
       

Sanırım kitapta en beğendiğim bölümler, gerçekten bencil bir pislik olan Kyle’ın bu büyü sayesinde nasıl değiştiği ve kendini bulduğu oldu. Eski davranışlarından pişmanlık duyması, kendine yeni bir isim vermesi ve gerçek aşkın ne olduğunu anlaması gerçekten çok güzel anlatılmıştı. Ayrıca kitapta güzel düşünülmüş chat bölümleri var, açıkçası o bölümlerin gelmesini sabırsızlıkla bekledim. Bu bölümlerde Kyle gibi değişen başka ilginç karakterlerle tanışıyoruz. Mesela Kurbağacık benim favorim oldu. Alex Flinn’in diğer kitapları da umarım dilimize çevrilir, çünkü chatlerdeki karakterler ve Kendra ile ilgililer, kitabı okuyunca onların da hikayesini merak edeceğinize eminim.
Beastly’yi kaçırmamanızı tavsiye ederim :) 
       Beastly