7 Ocak 2015 Çarşamba

Manga İncelemesi: Battle Royale - Koushun Takami & Masayuki Taguchi

  Merhabalar! İki günde azmederek 119 bölümlük Battle Royale mangası bitirmiş olarak sıcağı sıcağına yorumlamak istedim. Malum Battle Royale de gerek filmi gerek kitabı (Ölüm Oyunu olarak çevrildi)gerek de Açlık Oyunları ile apaçık benzerliği olsun oldukça gündemdeydi. Ben hepsini elden geçirmiş biri olarak söylüyorum, beni en çok etkileyeni mangaydı. Tabi kitabını okumanızı da tavsiye ederim. Peki nedir bu Açlık Oyunları ile benzerliği? Bir zamanlar çılgınlık derecesinde Açlık Oyunları fanı olan ben, artık bu seriye farklı bir gözle bakıyorum. Çünkü Battle Royale'den seneler sonra ortaya çıkmış olup, yadsınamayacak bir esinlenmeyle oluştuğunu düşünüyorum :(


"Bir adaya hapsedilmiş 21 kız ve 21 erkek öğrenci. Şiddet dolu, kâbus gibi bir oyun. Onlarca silah, psikolojik bir savaş ve tek bir kazanan…Totaliter Büyük Doğu Asya Cumhuriyeti, halkı baskı altında tutmak için her sene acımasız bir askerî program düzenlemektedir. Bu doğrultuda ıssız bir adaya götürülen lise öğrencilerine rastgele silahlar verilmekte ve kuralları çiğnediklerinde patlayan tasmalarla, geriye tek kişi kalana kadar birbirleriyle mücadele etmeleri beklenmektedir…"
   15 volume ve 109 chapter mangayı oluşturuyor. Konu hepimize tanıdık gelse de Açlık Oyunları'nda daha çok medyanın kullanımı üzerine düşülmüştü. Haraçlar arenaya gidene kadar güvendeydiler. Battle Royale, daha gerçekçi, daha zalim. Bir kazanının olması istenmiyor, kurallar çiğnendiği an herkes ölebilir. Malum Açlık Oyunları sonu, oyunkurucuların merhameti, Battle Royale'de bulunamayacak şeyler.



   Battle Royale Mangasında sevdiğim şeyler:
- Öncelikle çizimler MÜ KEM MEL. Masayuki Taguchi'yi tebrik etmek gerekiyor. Karakterlere aşık oldum, karakterlerden iğrendim, ölüm sahnelerinden irkildim... Her bir öğrenci özenli, ayrı ayrı çizilmiş. Hele Program'ı konrol eden adam, tüm manga boyunca tiksindiğim çirkinler çirkini Yonemi Kanon... Tam anlamıyla karakterini yansıtan çizime sahipti. Kitaplardan ve filmden favori karakterlerim olan Shinji ve Shogo da tam anlamıyla HAYALİMDEKİ GİBİYDİLER. Siyah beyaz olması çok çok çok iyi olmuş.
- Kitaptan daha ayrıntılı olarak her karakterin hikayesini öğrenme şansım oldu. Bazı olaylar ise kitaptan farklı olarak ilerliyordu ki açıkçası manga versiyonunu daha çok beğendiğimi söylemek istiyorum.Mitsuko'nun, Shinji'nin, Kazuo'nun, Shogo'nun hikayeleri oldukça yürek burkucuydu ve kitaptakilerden kat be kat etkiledi beni.  Sonunda okuduğum röportaja göre çizer Masayuki Taguchi son chapterlerda kendi hikayesini yaratmış, tabi yazar Koushun Takami'nin izniyle.
-Empati yapınca her şeyin ne kadar korkunç olduğunu anlıyoruz. Aslında ne kadar zorluklar yaşamış olan, daha 15 yaşındaki bu gençler cidden "Ne hayatlar varmış!" dedirtiyor.

Sevmediğim şeyler:
-Tek sevmediğim şey, Hiroki Sigumura'nın hikayesindeki değişiklikti. Kitaptaki sonu çok daha anlamlıydı ama kader işte...
 
Favori Karakterlerim: Tabi ki Shinji ve Shogo! Hem zeki, hem güçlü karakterleri, hem soğukkanlılar. Daha ne isteyelim?
 Bir nevi başrol karakterimiz olan Shuya (Gitar çalan kızların gözdesi, sevimli çocuk) ve Noriko (İyi niyetli, güzel kız) çifti beni pek etkilemedi. Shuya'nın her dakika Shogo'ya bağırmasından gına geldi :/   
Kazuo'dan nefret edemedim nedense. Çünkü herkesin söylediğim gibi bir hikayesi var. Kazuo da bu doğrultuda, acımadan, bir şey hissetmeden öldürüyor, öldürüyor... Mitsuko ise... Tamamen cinselliğini kullanıyor. En acımasız, en kanlı ve en erotik bölümler Mitsuko'nundu diyebilirim. 









9 Temmuz 2014 Çarşamba

Kitap İncelemesi : Görünmez Canavarlar - Chuck Palahniuk


    Uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuun bir aradan sonra herkese merhaba. Okuldur, yoğunlaşan derslerdir, First Lego League koşuşturmacalarıdır, seyahatlerdir derken blogum tamamen yetim bir şekilde, yeni kayıt olmadan yalnız başına kaldı. Hazır yaz gelince ve boş durmaktan sıkılınca geri dönüşümü yapmaya karar verdim, hem de bunu favori kitaplarımdan biri olan Görünmez Canavarlar ile yapacağım.

  


    Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, yanılsamanın hüküm sürdüğü şu dünyada bize iyi ve doğru olarak dayatılanı değil de, kötü olduğu söylenerek bizden uzak tutulanı tercih etmek ne derece mümkündür? Chuck Palahniuk, bize yine roman olarak ulaşan bu üçüncü "kimlik krizi"nde, aile ve toplumda var olan genel geçer davranış kalıplarının altında yatan gerçekliği evirip çeviriyor. 

   Genç ve güzel manken Shannon mutlu olmak için her şeye sahiptir: Parlak bir kariyer, kitlelerin ilgisi, yakışıklı bir sevgili ve yakın bir dost. Ancak geçirdiği bir 'kaza' yüzünün yarısını yok ettiğinde, görünmez bir canavara dönüşür. Hastanede tanıştığı, ameliyatla kadın olmaya hazırlanan transseksüel Brandy Alexander, ona geleceğini yaratabilmek için geçmişini silmesi gerektiğini, gerçek keşiflerin hep kaostan çıktığını öğretir. Bu süreçte Shannon, Brandy Alexander'la ve kendisini aldatan sevgilisi Manus'la bir intikam yolculuğuna çıkacaktır. Kişisel ve toplumsal arızaların kol gezdiği, çağdaş bir çorak ülkede çıkılan bu yolculukta üçünün isimleri, kimlikleri ve geçmişleri her şehirde değişirken, okur da görüntüye, yüzeyselliğe odaklanmış bir dünyada aile, sevgili, arkadaş konumundaki insanlarla ilişkilerin sığlığına tanık olur. 

   Palahniuk cinsiyet değiştirme operasyonlarının büyük ölçüde kolaylaştığı ve yaygınlaştığı bir çağda, cinsiyetlerin bile görüntüden ibaret olduğunu vurguluyor. Bir yandan güzellik ve kimlik kavramlarına bakarken, tüketim toplumuna ve estetik operasyon kültürüne haşin saldırılar yöneltiyor. Üstelik bütün bunları okurunu adeta bir eğlence trenine bindirip baş karakterinin geçmişiyle bugünü arasında dolaştırarak ve şaşırtıcı bir finalle adamakıllı sarsarak yapıyor.

Ayrıntı Yayınları/Yeraltı Edebiyatı Serisi



  Chuck Palahniuk okumaya başladığım kitap olduğundan benim için yeri oldukça ayrı. Sonrasında Gösteri Peygamberi ve Dövüş Kulübü'nü okudum ama hiçbiri beni bu kitap kadar çarpmadı ya da düşündürmedi. 
  Kitabın en ağır basan kavramları kendinle yüzleşme ve cinsel tercih. Eğer homofobik düşünceleriniz varsa bu kitap kesinlikle size göre değil. Oldukça cesur sahneler var gerek cinsiyet değiştirme ameliyatları olsun, gerek ikili ilişkiler olsun. Özellikle Manus beyin sahneleri gayet fazla ve net. 

   Kitabın anlatıcı Shannon, arkadaşı Evie ile birlikte iyi bir kariyeri olan genç ve çok güzel bir modelken bir anda korkunç bir kaza geçirerek yüz defarmasyonuna uğruyor. Ağız denen bir şeyi yok artık, dili dışarı fırlamış, parça etlerden oluşan bir suratı var. O bunu oldukça soğukkanlı olarak karşılasa da insanlar karşısında dehşete düşüyor, acıyorlar, hatta küçük çocuklar onu canavar gibi görüyor. "Birds ate my face" ikonik (bence gayet ikonik) repliği de Shannon'un alaycı bahanesi. Hastanede Brandy Alexander ile karşılaşması bir dönüm noktası. Manus adlı rezalet sevgilisi ve Brandy ile çıktığı yolculuk kitabı oluşturuyor. 
  Brandy Alexander, olağanüstü güzellikle bir transseksüel. Vajina ameliyatı hariç birçok acılı ameliyat geçiren, süslü, görkemli bir karakter.Ameliyatları oldukça başarılı olmuş olacak kitap boyunca Brandy'ye düzülen övgüleri okuyoruz. Tanrıçalaştırılan, tapınılan güzeller güzekli Brandy, gerek geçmişi gerek yaşantısı, düşünceleriyle olsun kitapta en sevdiğim karakter olabilir. Geçmişiyle ilgili her öğrendiğimiz şey bizi şaşırtıyor çünkü olayların öyle kusursuz bir bağlantısı var ki... Bu kurguya duyduğum hayranlıkla Chuck Palahniuk benim için bir idol konumuna geldi.

 
(Brandy'nin geçmiş TÜM hikayesini  öğrenince ben)

   Shannon soğukkanlılığı ve kitabın sonunda anladığımız niyetiyle benim saygımı kazandı. Çok çok güçlü bir karakter ve insani zaafları iyi yansıtılmıştı.Tek sinirimin bozulduğu nokta Manus ile ilgili kısımlarıydı. Manus pisliğin, yalancının dibiyken ve onunla ilgilenmediği bu kadar belliyken ona hala aşık olması çok kızdırdı beni.
Bu vesileyle Manus Kelly'ye gelmiş olduk... Kendisi en nefret ettiğim kitap karakterlerinden biri, tartışmasız ve kesin bir şekilde. Ki bunun nedeni kesinlikle gay sahneleri ya da Manus'un panseksüelliği değil. Hayır, Manus kitabı okuyunca görebileceğiniz gibi aşağılık, sapık bir cinsel suçlu. Kitapta elden geçirmediği kişi kalmadı diyebiliriz. Shannon'un sürekli alttan alması, Manus'un erkeklerle olan fantezilerine ses çıkarmaması deli etti beni. 

  Evie, Üç Kız Kardeşler ve Shannon'un ailesi oldukça ilgi çekiciydi. Kitap sondan başa doğru anlatıldığından, önceden anlaşılmayan tüm karakterler bir bir yerine oturuyor. Evie'nin düğünü ve Üç Kız Kardeşler in son sahneleri kitabın zirvelerinden olabilir. Shannon'un aile ilişkilerine sadece dikkat edin demek istiyorum çünkü delice spoiler vermek istemiyorum :) 
  Aşağıda Chuck'un olağanüstü aforizmaları var. Diyeceğim şu ki, bu kitaptan sonra ilk düşündüğüm şey, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı.



  "Şimdi bana boktan hikayeni defalarca anlat. Onun sadece kelimelerden ibaret olduğunu anlayana kadar, geçmişini bir kağıt gibi buruşturup atıncaya kadar anlat. Ondan sonra senin kim olduğuna karar vereceğiz."

    "Komik olabilir ama en trajik yangın bile aslında süregelen kimyasal bir tepkimedir."

    "Hemen her seferinde kendinize birini sevdiğinizi söylersiniz ama aslında onu sadece kullanıyorsunuzdur. Bu sadece aşk gibi görünür."

   "Ne kadar dikkatli olursanız olun , hep bir şeyleri kaçırmış gibi hissedeceksiniz ; sizi derinden etkileyen , tamamını tecrübe edemediğinizi söyleyen o berbat his. Dikkat kesilmeniz gerekirken dakikaları hızla geçmenizin yarattığı o zavallı duygu hep kalbinizde olacak. Yani o hisse alışsanız iyi olur. Günün birinde tüm yaşamınız bu histen ibaret olacak çünkü."

  "Programlanmış bir bilgisayar kadar özgür davranabilirsin. Bir dolar banknotu kadar biriciksin."

  "İstediğim şeyler gün geçtikçe istemeye eğitilmiş olduğum şeylermiş gibi görünmeye başladı."




9 Eylül 2013 Pazartesi

Kitap İncelemesi: Mekanik Melek - Cassandra Clare






On altı yaşındaki Tessa Gray, ağabeyini bulmak için okyanusu aşıp Kraliçe Viktorya'nın hükmü altındaki İngiltere'ye geldiğinde, onu korkunç bir sır bekliyordu. Londra'nın Aşağıdünya'sının ıssız sokaklarını vampirler, büyücüler ve diğer doğaüstü yaratıklar ele geçirmişti. Kaosun yerine düzen getirmekse yalnızca Gölgeavcıları'na, kendilerini dünyayı iblislerden kurtarmaya adamış savaşçılara düşüyordu. 
Pandemonium Kulübü'nde çalışan Kara Kardeşler tarafından kaçırılan Tessa, sonunda kendisinin de bir Aşağıdünyalı olduğunu öğrenecekti. Üstelik ender bulunan bir yeteneğe sahipti. İstediği zaman bir başkasına dönüşebiliyordu. 
Kulübün kendini sır gibi saklayan yöneticisi Magister'ın niyeti ise, Tessa'yı ve gücünü ele geçirmekti.

Artemis Yayınları

  SONUNDA BU SERİYE BAŞLADIM.
 Cassandra'nın Ölümcül Oyuncaklar serisinin ilk üç kitabını uzun süre önce bitirdim aslında. Jace yavrum, Simon canımdır. Aslında Cassandra'nın çok büyük bir fanı değilim, ama akıcı ve güzel kitaplardı.  Devam kitaplarının çıkacağına üzüldüm çünkü bence Camlar Şehri'nin sonu güzel bağlanmış, tüm karakterler için gayet uygun bitmişti, o yüzden diğer kitapları almayı düşünmüyorum, uzadıkça tadı kaçan bir seri olmasını istemiyorum. Yine de dayanamam, Isabelle'den, Jace'den, Simon'dan uzak kalamam başlarım ben.
 Bu serinin beni daha çok çektiğini söylemem gerek. Çünkü olay, Gemma Doyle serisinden beri hayranı olduğum İngiltere'de geçiyor ve 1800 yıllarında! Thames Nehri, Hyde Park gibi güzelim yerler hakkında satırlar gördüğümde kendimden geçtim. 
  Ölümcül Oyuncaklar'da daha çok entrika, romantizm vardı. Bu kitap daha farklı, daha derin geldi bana.  Tessa, hiçbir şey bilmeden, ağabeyi çağırdı diye Amerika'dan İngiltere'ye geliyor ve gelir gelmez kandırılıyor. Meğersem Tessa, kendi gücünün farkında bile olmayan bir iblis efendisiymiş! Ama bizim bildiğimiz iblis efendileri gibi değil, üzerinde işaret yok nasıl bu durumda olduğu kitapta açıklanmamış. Artık öbür kitaplarda öğreneceğiz. 

  Sonra Tessa Will tarafından kurtarılıyor. Will, yeni bad boyumuz, hayırlı olsun. İlk andan itibaren Will'i çok sevdim, ama gerçekten bu çocukta karanlık bir taraf var. Will (belli kişiler dışında) insanları kendinden uzaklaştırmak için büyük bir çaba sarf ediyor. Tabi bu noktada aklıma direk Jace geldi, spoiler'e göre Will zaten onun atası sayılıyor. Aynı umursamazlık, alaycılık, yakışıklılık, baş kadın karakteri sinir etme vs vs.
  Jace, Alec'e ve Isabelle'i kendinden uzaklaştırmazdı ya, Will'in de en yakını Jem. Jem sevilmemesi mümkün olmayan bir karakter adeta. Şangay kökenli, gümüş saçlı, nazik, beni sevgi pıtırcığına dönüştüren biri Jem Carstairs. 
image
Derdini öğrenince kendi başıma gelmiş kadar üzüldüm, hak etmiyor böyle olmayı :( Ayrıca Tessa'ya olan ilgisi gözümden kaçmadı değil. İlla bir aşk üçgeni yapacaksın değil mi Cassandra? Şimdi ben Will ve Tessa'nın arasındaki çekimi inkar edecek değilim, Will ne kadar havalara girse de kendinden uzak tutmaya çalıştığı çok bariz. Jem desen, yavrum, tam ideal erkek de ona Tessa yerine başka bir kız bulmak lazım. Bu işin sonu tahminimce Will-Tessa olarak biter çünkü.
  Yalnız erkeklerden konuşurken baş karakteri atladım. Ah Tessa... Bana göre Tessa çok yüzeysel anlatılmış. Nasıl desem, bende yer eden, güçlü bir özelliği kalmadı aklımda. Bir o müthiş şekil değiştirme özelliği, kitap kurdu halleri var. Mekanik melek olayını ve Tessa'nın gerçekten "ne" olduğunu öbür kitaplara bırakmış Cassandra. 
  Jessamine'den bahsetmek de istiyorum. Şimdi Tessa gitti masa başına, kesin Isabelle gibi kız bu diye düşündüm ama yanılmışımmm. Isabelle ne kadar kickass, cesur, sevilesi bir karakterdi. Jessamine tam tersi, Gölgeavcısı olmaktan nefret ediyor, normal bir kız olup evlenmek, sıkıcı sıkıcı işler sürdürmek istiyor. Ona da kızamıyor insan, çünkü en olmadık zamanlarda öyle laflar ediyor ki... Başka bir karakter olarak Sophie'yi çok sevdim. Başına gelenlere rağmen çok güçlü biri ve Will'le olan atışmalarına çok güldüm :D
  Bu kitapta Ölümcül Oyuncaklar'dan tanıdığımız biri var... Sevgili Magnus Bane! Magnus adını görünce gözlerim yuvalarından fırladı ve sevinçten dört köşe oldum. Özellikle "Siyah saç ve mavi göz en sevdiğim kombinasyondur" tarzında bir repliği beni benden aldı, eee, boşuna Alec Lightwood sevmiyoruz biz de :D Tabi o zamanlar Magnus daha o kadar meşhur değil, vampirlerle falan takılıyor. O vampir olayları da oldukça güzel anlatılmış, inşallah ileride kurt adamlara da değinirler. Camille'in hikayesi sayesinde onları daha da merak eder oldum :)
   Spoiler veresim yok ama boş mu bulundum, yoksa tahmin edilemez miydi bilmiyorum ama Magister ve Nate olayları beni çok şaşırttı, Tessa'ya da çok üzüldüm hiç hak etmiyordu yavrum :( 
   Olayları karıştıran Magister var şimdi Valentine yerine. Daha tam olarak ne yaptığını bilmesem de o da melek kanı, iblis kanı ne bileyim bir şeylerin kanını karıştırmak, doğmamış çocukları değiştirmek gibi hobileri var. Otomat olayı da ilginçti, bakalım neler çıkacak altından. Diğer kitapta sanırım Lightwood ailesi de olaylara katılacak, şahsen Gideon-Gabriel Lightwood'u oldukça merak ediyorum, kısacık sahnelerle bile çok hoşuma gittiler :D

Bu fanart'a tek kelimeyle BAYILDIM.



   

Divergent Topluluk Testi

Merhaba, bloglar arasında gezinirken gözüme Divergent topluluk testi çarptı, tabi çözmeden duramadım.Sonuca göre ben de sevgili Tris gibi bir Divergentim ama Erudite'ye daha yakınmışım. Pek de şaşırmadım, Pottermore'da da Ravenclaw'dım sonuçta :D Tobias uzakta kalsa da artık benim yanım Caleb'in yanı!

You wake up in the testing room. Tori looks nervous. "That.. was perplexing. Excuse me, I'll be right back," she says.
Tori re-enters looking tense and pale. "You are Divergent," she says, "But you can't tell anyone, understand? It's very dangerous! Looking at your results, it appears that you lean toward Erudite a little more than the others. You are the type that uses intellect to solve problems and would be best suited for Erudite. Good luck."



Haydi, siz de çözün :)

5 Eylül 2013 Perşembe

Kitap İncelemesi : Tatlı Bela - Jamie McGuire

 Öncelikle merhaba... Bayramdır, seyahattir derken uzuuuuun bir süredir yazmadığımı fark ettim. Sonra da üşengeçliğimin gözü kör olsun, blogumu biraz boşladım :( Ama artık geri döndüm, sıcağı sıcağına olmasa da yeni bir yorumla karşınızdayım!

                                                   

 Aşıksan başın belada!

Abby Abernathy karanlık geçmişiyle arasına mesafe koymuş olan, alkol kullanmayan, küfür bile etmeyen kendi halinde bir kız, fakat hayatını dövüşerek kazanan ve vücudu dövmelerle kaplı yakışıklı Travis Maddox onun hayatını değiştireceğe benziyor.
İyi kız ve kötü çocuk… Bu birliktelik bir aşkın mı habercisi yoksa bir felaketin mi?
Tatlı Bela sadece bir “bestseller” değil, uluslararası bir fenomen. Yayımlandığı günden beri tüm dünyada büyük yankı uyandıran bu kitabı okumayan kalmayacak.


 Büyük ihtimalle Tatlı Bela'yı duydunuz, okudunuz... O kadar geç kaldım ki Ayaklı Bela, yani ikinci kitabı bile çıktı, gerçi o kitap aynı olayların bir de diğer karakterimizin gözünden yazılmış hali.  O yüzden ben pek almayı da gerekli görmüyorum. Genelde bu tür yorumlar da ilgimi çeker ama....
 KİTABI HİÇ BEĞENMEDİM.
  Belki fanatikleri kızacak ama bilmiyorum, bestseller olmayı hak eden bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Aslında NA okuduğum pek söylenemez, bu benim ilk NA kitaplarımdan ama nereden başlasam bilmiyorum... Beni kitaptan soğutan birçok şey oldu. 
  Aslında anlatım oldukça akıcı. Shepley ve America gibi sevdiğim bir çift var. Ama ne yapsam Abby ve Travis'den, evet, bad boylara bayılan ben, Travis'ten bir türlü hoşlanamadım. Çiftimiz, Travis'in oldukça ünlü olduğu dövüşler sırasında ilk karşılaşmalarını yaşıyorlar, sonra, playboyluğun kitabını yazmış Travis anında yüz seksen derece dönüp Abby'nin kulu kölesi oluyor. Abby deseniz, hadi spoiler vermiş olmayayım, "karanlık geçmişi" yüzünden Travis'e yüz vermemeye çalışsa da bu ikisi hariç herkes durumun farkında. Tam bir just friends durumu yani.


  
   Abby de aklı sıra bu durumu aşmak, Travis'i unutmak için saçma sapan işler yapıyor, en saçması da Parker'ı kullanması. Bu kitapla eş zamanlı olarak Oniks'i okuduğumdan Abby ve Katy'nin durumunu ister istemez birbirine benzetmiştim. Gerçi Katy Abby'den hem kat kat akıllıydı, hem onun başındaki dert de Parker kadar kadar masum değildi :D İşin özü, Abby sırf Travis kötü çocuk diye ondan uzaklaşmaya çalışıyor, tabi uzaklaşmak dediysek yok onun evinde kalmalar, kıskançlık krizleri geçirmeler, friends ayağına yakınlaşmalar ... Travis de aklına estiğinde "Güvercin" yani Abby için ( Bakın yine bir takma ad vakası. Gerçi ben Daemon'u Travis'e bin defa tercih ederim, eee, ne yaparsınız YA'cıyız biz :D) yaptığı romantiklikler, ona dil uzatanları dövmeler, Abby'yi aşırı sahiplenmeler... Normal bir bad boy birazcık cool olur, rahat bırakır, soğuk görünür... Ama Travis tam tersi, bir anda Abby'nin köpeği olup değişiyor. İşte benim en canımı sıkan nokta kitabın bu konuda hiç gerçekçi olmamasıydı. Jamie McGuire "İlk görüşte aşk en yoldan çıkmış erkekleri bile değiştirebilir" tadında bir mesaj vermeye çalışmış ama yok, inanamıyoruz işte...

 

  Bunun dışında sevdiğim noktalar vardı tabi. Önceden belirttiğim gibi Shep-America çiftini, Abby'nin geçmişini ve Travis'in ailesini çok sevdim, özellikler kardeşleri aklımı başımdan aldı diyebilirim. Dikkatinizi çekerim, Travis'in kardeşleri Travis'den daha bad boy. Ama yine de kitabı gözümde yükseltmeye yetmedi bu noktalar. 
  Eğer yine de okumak istiyorsanız siz bilirsiniz. Ben şahsen ikinci kitabı almayı düşünmüyorum bile. 

  Ne yalan söyleyeyim, kitap kapaklarını beğendim :D
  

1 Ağustos 2013 Perşembe

Kitap Yorumu - Ejderhaların Dansı - George R.R. Martin

 Hallelujah! Sonunda Ejderhaların Dansı bitti ama ben de bittim...
 Beni tanıyan bilir, çok koyu bir ASOIAF serisi fanıyım. Epik fantastik eserlere ısınmamı sağlamış bir seri, aynı zamanda dizisi bence en iyi kitaptan uyarlamalardan biri. Geçen yaz, taht oyunlarını okuduğum bölüme, on dakika sonra televizyonda denk gelip çok mutlu olmuştum. Koyu bir Stark fanıydım ama ah George R.R. Martin sanki inadına Winterfell'i yok etti, herkesi savurdu bir kenara... Khal Drago'yu bağrıma basmıştım, o da gitti. Kimi sevsem yaranamıyorum ama belki de serinin en iyi yanı bu, çünkü ne zaman ne olacağını bilemiyoruz. Şimdi uzun, bol serzenişli, bol spoili bir yazı geliyor!



 Öncelikle, bu kitabı çok uzun zamandır bekliyordum çünkü Kılıçların Fırtınası'nda olanlar olmuştu. Başımızın belası Joffrey de gitmişti, biricik Robb Stark'ım da... Kızıl Düğünler, Mor Düğünler derken arada Martell ler de gelmişti, nedense şu Martell hanesini ve Dorne'u okumak çok hoşuma gidiyor. En önemli olaylar da sonlarda Tyrion'un yaşadıklarıydı.Canım ya, en sevdiğim karakterlerdendir Tyrion ama çok acı bir gerçeği öğrendi, Jaime'nin vicdan azabı sayesinde. Tysha'nın, babasının fahişe olduğunu söylediği ve işkence ettirdiği eski karısının aslında masum bir genç kız olduğunu öğrenip Tywin'i arbaletle öldürdü. Adamın yatağından bir de Shae çıkmasın mı... Nasıl sinir olmuştum belli değil. O değil de ben kendimi çok kaptırdım, konuyu daha fazla dağıtmayayım.


 Kargaların Ziyafeti'nde aslında önemli şeyler olsa da bana durgun geldi. Joffrey'i bile özledim Cersei okumaktan, o derece. Zaten Joffrey aslında kitaba iyi bir renk katıyormuş onu anladım da yerini doldurabilecek Ramsay Bolton yani Bolton piçi var, tam bir piç yani. İğrenç, küfredilecek, zalim karakter ihtiyacını karşılıyor. Bir de Jon Snowcuğum çok az gözüktü, Tyrion ve Dany YOKTU. Theon da...
 Ama Ejderhaların Ziyafeti ilaç gibi! Bir Serçeparmak ve Sansa'nın POVlarının olmasını isterdim onun dışında istediğim karakterler vardı. Bran'i bile gördük, Arya'yı da.
  Kimden  başlasam?
  Theon diyelim bari. Ben kendimi anlamıyorum, Winterfell'e bayılan, Stark hanedanına zarar veren herkese düşman olan  ben, kendi elleriyle Winterfell' yıkıp döken Theon'a bir türlü kızamıyorum. Yok, olmuyor. Nedense hem Theon'a, hem de oyuncu Alfie Allen'e zaafım var. Neyse zaten yaptığı her şeyin cezasını fazlasıyla çekmiş Theon. En son onu Bolton piçinin yakaladığını biliyorduk, sadece yakalamakla kalmamış, türlü işkenceler, dersini yüzmüş, dişlerini kırmış falan. Theon da görünüş olarak resmen yaşlı bir adama dönmüş, kokusu dayanılmaz hale gelmiş.

 "Benim adım Leş, kalleşle kafiyeli."

 Ramsay onu evcil hayvanı gibi kullanıyor, zaten Ramsay Joffrey'den psikopat. Kızları kaçırıp çıplak ve dövülmüş halde ormana atıp, peşlerine tazılar salarak kovalamaca oynayan bir manyak. Sapkın sapkın hareketler... Boltonlar kuzeyi ele geçirmek için Arya Stark diye tanıttıkları aslında hizmetçi olan bir kızı getiriyorlar, sırf törende Theon da yer alsın diye Theon'u giydirip süslüyorlar. Bir Theon bir de Boltonlar biliyor Arya'nın sahte olduğunu, gerçek Arya ise uzaklarda öldürme sanatını öğreniyor, hey gidi hey. Bu arada Theon yaşadığı acılar yüzünden biraz delirmiş. Cidden yazık ya, çok üzüldüm onun için. Sadece gerçek babasına kendini kanıtlamaya çalıştı, ama gitti Robb'a ihanet etti. Sonra babası da ona ihanet edip kurtarmaya yanaşmadı. Bu kadar işkence görmesi de çok acımasızca. "Dönek Theon" diyor herkes ona.
 Tyrion nasıl da özletmiş kendini. Varys, sevgili kaçağımızı bir gemiyle ziyaret eden Grifflerin yanına gönderiyor onu ama... Şimdi buraya kadar geldiyseniz zaten spoinin dibini aldınız ama şimdi en büyük spoiler geliyor... Devam etmek istiyor musunuz?
  
 Meğersem Griff dedikleri çocuk Aegon Targaryen'miş, hani Dağ tarafından öldürüldü sanılan çocuk, Dany'nin yeğeni! Yani bir tane daha Targaryen çıktı meydana, hadi bakalım. Bunca zaman Jon Connington tarafından yetiştirilmiş, Varys'in desteğini almış biri. Aegon da halası Dany'yi bulma yolunda . Tyrion bunu keşfediyor ama sonra talihsizlikler silsilesiyle kimin eline düşüyor? Jorah Mormount! Jorah'ın hain olduğunu anlayan Dany onu kovmuştu ama o alıyor yanına Tyrion'u, yollara düşüyor ama başlarına gelmeyen aksilik kalmıyor.
  Dany demişken Dany'nin Meeren'de olduğunu duyan geliyor. Dany kısımlarını unutmuşum önceki kitaplarda bir Astapor, bir Yunkai şehirlerini hatırlıyorum ama yok ya özgür şehirlerden hoşlanmıyorum ben, Westeros iyidir. Neyse Dany Meeren'i yönetmeye çalışıyor, köleliği kaldırtmaya çalışıyor falan filan ama Dany iyice soğuttu beni kendinden. Hiçbir şeyi doğru düzgün yapamadı, yönetici falan olmazmış ondan bunu anladık. Herkes de onun peşinde, yok köle tacirleri, Martell prensi ( Hayret, ben onu da sevemedim. Koskoca Martell lerin en itici, en güçsüz karakteri, gitmiş prens olmuş), Victorian Greyjoy, Aegon, Daario Naharis... Hiçbiri bir Khal Drogo değil, kusura bakmasınlar. O kadar sorunun üstüne bir de ejderhalar iyice azıtıyorlar, insanlara saldırmaya başladıklarında Dany Drogon hariç hepsini kapatıyor zindana. Drogon alıp başını uzaklara gidiyor. Zaten Dany her şeyde çuvalladı, dedim ya sevemedim onu. Durumu da sona bakılırsa pek parlak görünmüyor...
  Joncuğumun işi başından aşkın... Lord Kumandan olunca çocuğa bir durgunluk geldi, otoriterlik geldi. Hala onu Stannis'in teklifini kabul ederek Winterfell'de görmek isterdim, hem Val da güzel kız, alırdı yanına. Ama Jon görevini seçti. Ötekiler'e karşı aldı yabanılları Sur'a tabi herkes Jon'u alt etme peşinde. Jon'un akıbeti hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim, sondan dolayı üzülüyorum çünkü :(
   Stannis tüm aileyi Sur'a topladı. Stannis'in bir Sur'a yardım ettiği için sevmiştim, bunu da Jon'un kafasına hep kaktı zaten. Kraliçe Selyse çok uyuz, ama Stannis'in arkasında Melissandre olduğu sürece sırtı yere gelmez. Açıkçası kitaptaki inanışlardan R'hllor en çok inandırıcı bulduğum, sonuçta Melissandre ateşe bir iki sülük attı anında üç kral öldü. Melissandre'yi de Robb'un ölümünde parmağı bulunmasına rağmen çok seviyorum ya. Zaten bir o bir Theon nefret edemediğim karakterlerden. Jon üzerinden bin bir türlü entrikalar yaptı ama...
   Arya ve Bran'ı az gördük ama Arya eğitime devam ediyor, Bran ise bambaşka alemlere, diyarlara gitti ama üç gözlü kargayı bulmasına sevindim.
  Şimdi düşününce kitapta öyle olayların akışını çok etkileyecek bir şey olmadı, Bran'ın, Dany'nin ve Jon'un akıbetini bilmediğim için böyle konuşuyorum tabi. George R.R. Martin daha Kış Rüzgarlarını bitirmemiş... Yani ne desem boş, o bitirecek de yayınlayacak da bizimkiler yayın haklarını alacak, çevirecek de... Bir de hala çözüme kavuşturulmamış bir sürü olay var, onları nasıl bağlayacak merak konusu. George amca o kadar da genç değil .

(Saygımdan bir şey demiyorum...)

  Şimdi işin gücün yoksa Kış Rüzgarlarını bekle...



(Ah Theon, o eski halinden eser yok şimdi...)

 
(Dany de çok çekti bu kitapta...)


(Adamın dibi)


(Hahaha favori giflerimden... Lord kumandan rocks...)


  (Bol bol gördük ikisini...)






30 Temmuz 2013 Salı

Kitap Alışverişiiii

Sonunda!  Ejderharın Dansı'nı bitirmeye çalışırken ve Wreck This Journal ile uğraşırken uzun zamandır kitap alışverişi yapamamıştım.




  Çok geç keşfettiğim Lux serisinin ikinci ve üçüncü kitabını aldım, bekle beni Daemon! :D Serininin üç kitabını birlikte yorumlamayı düşünüyorum.
   Senden Önce Ben ve Tatlı Bela'nın çok iyi yorumlar aldığını görüyorum. Biraz paranormalden, distopyadan, bilim kurgudan farklı bir şeyler deneyeyim dedim :)
    Şimdi almam gereken kitaplar olarak Yerkara, Tutkulu Notalar, Zehir Ustası kaldı...
    Yakında Ejderhaların Dansı yorumu gelecek, hazır olun :)